Transatlantik: Gazze'de ateşkes süreci | Trump'ı beklerken | Yeni Suriye'nin inşası

15.01.2025 medyascope.tv

15 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız ve bu hafta tam kadroyuz. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Washington'da. Arkadaşlar merhaba. Bugün Suriye’yi, Gazze’yi ve Trump’ı konuşacağız. Ama önce Suriye’yle başlayalım. Gönül sen geçen hafta da yoktun. Amberin Zaman'ın Al-Monitor’da bir atlatma haberi var. SDG Komutanı Mazlum Abdi, yakın bir zamanda Erbil'de Mesut Barzani ile buluşacakmış. Mesut Barzani Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin lideri. Geçenlerde de Başbakan Mesrur Barzani Ankara’daydı biliyorsunuz. Orada hem MİT'le hem Dışişleri’yle hem de Cumhurbaşkanı’yla önemli görüşmeler yaptı. Türkiye için Suriye'de en önemli olan husus Fırat'ın doğusu, yani Rojava diye adlandırılan bölgenin konumu. Anladığım kadarıyla Irak'ta KDP, Barzani bir tür arabuluculuk yapıyor. Ne dersin Gönül?
Gönül Tol: Öyle görünüyor. Tabii YPG'ye ne olacağı, silah bırakıp bırakmayacağı meselesi Türkiye için sadece Suriye'de önemli değil, aynı zamanda iç siyaset açısından da önemli. Biliyorsun Öcalan'la başlatılan ve adına bir türlü ne diyeceğimizi bilemediğimiz sürecin, Erdoğan için hayati bir önemde olduğu çok açık. Fakat diğer taraftan da bir sorun var, istediği hızda ilerlemiyor. Erdoğan ve Bahçeli bir acele içerisindeler. Çünkü Trump koltuğuna oturmadan, bir an evvel artık burada bir ilerleme kaydetmek istiyorlar. Çünkü süreci istedikleri yere getirebilirlerse, Trump'ın Amerika'nın Suriye'den çekilmesi konusunda, bunu bir kart olarak kullanabileceğini düşünüyorlar haklı olarak. Dolayısıyla bir acele içerisindeler. Fakat açılan bir makas söz konusu. DEM Parti’nin bu süreçten anladığı beklentiler ve Erdoğan'ın vermeye gönüllü olduğu tavizler arasında sanki bir makas var ve bu makas açılıyor gibi geliyor bana. Detaylar nedir, Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin kafasında tam olarak neler var, neler konuşuluyor, hiçbirimiz bir bilmiyoruz; her iki taraf da detayları vermiyor. Fakat yapılan açıklamalardan anladığım kadarıyla, mesela Erdoğan “Kürt kardeşlerimi ilgilendiren bir durum yok. Biz meseleyi burada bütünüyle PKK'nın silah bırakması üzerinden görüyoruz” dedi. Selahattin Demirtaş'ın ve DEM Parti’nin söylediklerine baktığınızda, bir demokratikleşme talebi var. Dolayısıyla bu nasıl yapılacak? İçeride uzlaşı sağlanamıyor. O nedenle de meselenin terör boyutu, PKK/YPG'nin silah bırakma boyutu üzerine odaklanılıyor. KDP’nin arabuluculuğu da bence o noktada devreye giriyor.

Ruşen Çakır: Ömer, sen bu konuda ne dersin? Gönül, sana sonra genel olarak Suriye'de yaşananları da ayrıca soracağım ama bu konu başlı başına önemli.
Ömer Taşpınar: Mazlum Abdi’nin, Kürdistan Yurtseverler Birliği KYB’yle, Talabani'ye yakın olan kesimle ilişkileri daha derin. Genelde PKK, yani Kandil bölgesi orada zaten daha derin. Dolayısıyla bunun bir haber değeri var. KDP/Barzani, daha çok, Türkiye'nin tezlerini dile getirebilecek bir yapı. Aynı zamanda Kürdistan Rojava’da aşiret olarak da belirli bir toplumsal tabanı var. Fakat bir ordu kurabilecek, milis hâline gelebilecek kadar güçlü değil. Türkiye'nin tezlerini tekrar edebilir; ‘’silah bırakın, şunları yapın, bunları yapın’’ diyebilir. Bence bu çok etkili olmaz. Sonuçta bu, Barzani’nin istemesiyle olacak bir şey değil. Abdullah Öcalan'ın çıkıp bir şekilde bu çağrıyı yapmasının bile ne derecede etkili olacağını düşünürken, Türkiye’nin farklı kanallardan da bunu zorlamaya çalıştığını gösteriyor.
Bir de şöyle düşünmek lazım: Acaba Amerika'nın bölgeden çekilmesi, Irak'taki Kürtlerin işlerine gelecek bir şey mi? Bunu istiyorlar mı? Amerika'nın Irak'tan, Suriye'den çekilmesi, genelde Kürtleri zorlayacak bir şey olarak değerlendiriliyor. Bence bu doğru ve Irak dinamikleri de önemli burada. Dolayısıyla, her ne kadar Türkiye’yle Erbil arasında sanki çok büyük bir harmoni varmış gibi düşünülse de, belirli açılardan, Amerika konusunda farklı düşünebilecek yapıdalar. Sonuçta Türkiye'nin amacı Amerika'nın bölgeden çıkması. Oraya birazdan geliriz. O nedenle ben Mazlum Abdi’nin gidip Barzani’yle görüşmesinin buna da tam olarak hizmet edeceğinden emin değilim; bundan çok fazla bir şey çıkacağını düşünmüyorum.

Ruşen Çakır: Gönül, sen geçen haftaki programda https://medyascope.tv/2025/01/08/suriyede-hts-yonetiminde-bir-ay-video/ yoktun, Biz biraz konuştuk Ömer'le. Suriye’de HTŞ’nin iktidarı alması bir ayı geçti. Birtakım iddialar oldu ama çok büyük olaylar yaşanmıyor, genellikle sakin gidiyor. Suriye Dışişleri Bakanı önce Suudi Arabistan'a, sonra Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün’e gitti. Bugün de Türkiye'de biliyorsun yanında Milli Savunma Bakanı ve İstihbarat Başkanı’yla beraber nihayet Türkiye'ye de geldi. Şu ana kadar Suriye'deki gidişatı nasıl görüyorsun?
Gönül Tol: Ondan önce şunu da ekleyeyim, bunun Barzani ayağını açıklamak açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Suriye'de PYD'ye alternatif olarak Türkiye'nin liderliğinde kurulan bir oluşum da var. Buna İngilizce ‘’Kurdish National Council’’ deniliyor, yani Kürt Milli Konseyi. Bunun içerisinde Barzanilerin yaptığı bir oluşum var. Türkiye'nin söylediği şey hep şuydu: “Siz, özellikle Amerika'yla müzakerelerde Suriyeli Kürtlerden bahsettiğinizde hep PYD/YPG'ye vurgu yapıyorsunuz. Fakat Suriye'deki Kürtler bu PKK kanadının temsil ettiği Kürtlerden ibaret değil. Diğer taraftan, Kürt Milli Konseyi (KNC) denen ekibin temsil ettiği bir Kürt grup da var.” Türkiye'nin Amerika'yla konuşma notlarından bir tanesi buydu. Dolayısıyla, Türkiye'nin, Barzani’yi bütün bu sürece, hem Suriye'de YPG'nin silah bırakması mevzuuna, hem de iç siyasette giden sürece enjekte etmek istemesi o açıdan da görülebilir.
Biliyorsun Riyad’da Suriye'nin geleceğine dair bir zirve oldu. Galiba 12 Ocak’taydı. Bunun Riyad’da olması önemli. Bu zirve Türkiye'de olmadı. Riyad’daki bu zirveye Türkiye’den Hakan Fidan katıldı, Arap ülkeleri, Suriye Dışişleri Bakanı, Amerika'dan Dışişleri Müsteşar Yardımcısı John Bass ve AB ülkeleri katıldı. Eminim Türkiye bu zirvenin Türkiye'de yapılmasını istemiştir. Bunun Suudi Arabistan'da yapılmış olmasının bence sembolik bir önemi var. Birincisi, Suudi Arabistan bu sürecin liderliğini yürütmek istiyor; bunun önemli olduğunu düşünüyorum. İkincisi Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin de, Suriye'nin de buna evet demiş olmasının nedeni, tabii ki en önemli olan konulardan bir tanesi, Suriye'nin yeniden inşasının finansmanının nasıl sağlanacağı. Bu noktada da herkesin, Türkiye'nin de, Suriye'nin de Suudi Arabistan'a ihtiyacı var. Suriye'nin yeniden inşası için 500 milyar dolar gerektiği söyleniyor ve bu finansmanda, Körfez ülkelerinin, özellikle Suudi Arabistan'ın kilit bir rolü var ve muhtemelen bunun karşılığında da Suudi Arabistan bu diplomatik sürecin liderliğini Türkiye'nin yürütmesinden ziyade kendisi yürütmek istiyor. Bu birincisi.
İkincisi, çözülmesi gereken, âciliyeti olan sorunlardan bir tanesi, belki de en önemli sorun, Suriye üzerindeki yaptırımların kaldırılması. Bu konuda da Suudi yetkililer Batılı ülkelere, Avrupa Birliği ülkelerine “Bu yaptırımların bir an evvel kaldırılması gerekiyor” çağrısını yaptı. Bu konuda Suudi Arabistan’a, Suriye'ye, Türkiye'ye en yakın duran Avrupa ülkelerinden bir tanesi Almanya. Almanya da yaptırımların bir an evvel kaldırılması gerektiğine inanıyor. Alman Dışişleri Bakanı buna dair bir açıklama yaptı. Avrupalı ülkelerin, Batılı ülkelerin yaptırımların kaldırılması karşılığında direttiği bazı şartlar var. Almanya Dışişleri Bakanı, “Suriye'nin mümkün olduğunca kadınları, azınlıkları da içeren kapsayıcı bir hükümet kurması, bu geçiş sürecinin mümkün olduğunca demokratik yürütülmesi gibi şartlarımız var. Akıllıca davranmamız gerekiyor. Şu anda Suriye'nin finansal açıdan acil ihtiyacı olan şeyler var. O anlamda da bu konudaki şartlarımızı biraz da esnetmeliyiz” mesajı verdi. Avrupa Birliği 27 Ocak’ta bir toplantı yapacak, yaptırımları o zaman görüşecek.
Buradaki asıl kilit nokta Amerika'nın, Trump'ın bu konuda ne yapacağı. Amerika’da Biden yönetimi bir karar aldı ve yaptırımlara 6 aylık bir muafiyet getirdi. Özellikle insani yardım sağlanması, enerji gibi işlemlerin gerçekleştirilmesi konusunda bu muafiyet önemli, fakat bu 6 aylık bir muafiyet. O muafiyetin dışında, Biden aldığı bir kararla aslında yaptırımları 2029’a kadar uzattı. O yüzden şimdi bütün gözler Trump'ın ne yapacağında. Bu yaptırımlar kaldırılacak mı? Tabii ondan önce, HTŞ’nin terör örgütü listesinden çıkarılması gerekiyor ve bu bence kilit öneme sahip. Türkiye de Suudi Arabistan'ın bu konuda liderlik yürütmesine tamam dedi. Ama bir de Suriye'nin komşularını içeren ayrı bir platform kurmaya çalışıyor. Hem bu yeniden inşa açısından hem de geçiş sürecinin daha hızlanması açısından böyle bir alternatif platform kurmaya hazırlanıyor.

Ruşen Çakır: Ömer seninle geçen hafta bayağı konuştuk ama benim en son gördüğüm, bir Kurucu Meclisten bahsediliyor, her kesimden insanların çağrılacağı söyleniyor. Ama eş-Şara anayasa ve seçimler için üç, dört yıl gibi bir şeytelaffuz etmişti. Uluslararası kamuoyu bunlara sıcak bakar mı?
Ömer Taşpınar: Genel olarak Arap Baharı zamanında eğer bir ülkede rejim değişiyorsa ve arkasından bir ara dönem olmadan hızla seçimlere gidiliyorsa, otoriter dönemde ortaya çıkamayan partilerin kurulmasına izin verilmiyorsa, bu çabuk yapılacak seçimlerden kârlı çıkan kim oluyor? Genelde Müslüman Kardeşler oldu; Tunus'ta böyle oldu, Mısır'da böyle oldu. Şu anda da bir seçim yapılsa kim kazanır? Demografik güçlü olan kesim, yani Sünniler kazanır. Burada Sünnilerin temsil edildiği seküler demokratik bir parti var mı? Kısa cevap, yok. HTŞ bence ismini çok kolay bir şekilde, mesela Fazilet ve Birlik Partisi olarak değiştirip, Müslüman Kardeşlervari bir yapıya girebilir, kendilerini merkeze çekebilirler ama inandırıcılıkları Batının gözünde en fazla Müslüman Kardeşlerinki kadar olur. O nedenle daha seküler, daha Batıya yakın, demokrat, içinde aynı zamanda azınlıklardan da isimlerin olacağı, kadınların daha fazla temsil edileceği bir siyasi partinin ortaya çıkması iki üç yıl alabilir. Ben o açıdan batının bir an evvel seçimleri yapın diye bastıracağını düşünmüyorum.
Öte yandan, Türkiye'nin derdi şu anda hizmetlerin verilmesi. Yani bir şekilde yeni göreve gelen partinin çok başarısız gözükmemesi. Suriye halkının gözünde beklentiler yüksek. Rejim değişti. Maaşlar ödenebilecek mi, çöpler toplanabilecek mi, elektrik ve su verilebiliyor mu, altyapı var mı, yeniden kurulabiliyor mu? Beş yüz milyar dolar birdenbire ortaya çıkacak bir para değil. Yeniden inşadan önce, daha bunların 10-15 milyar dolarla maaşları ödeyip birazcık toparlanabilecekleri bazı hizmetleri vermeleri lazım. Burada Gönül’ün dediği gibi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri finansal olarak çok güçlü ve onların ne diyeceği önemli. Onların Müslüman Kardeşler konusundaki rezervasyonları belli. Dolayısıyla bu meseleye çok yakın gözükmeyebilirler. Onlar da bence alternatif partilerin çıkmasını desteklerler. Katar şu anda en önemli ülke konumunda. Zaten Katar hibeye ve daha fazla para vermeye yatkın. Dolayısıyla bu konu, kısa dönemde Arap Birliği'nin en önemli meselelerinden bir tanesi. Suudi Arabistan'ın başkanlığında Arap Birliği ağırlıklı bir toplantı yapıldığında, şu anda Mısır'ın çok güçlü olmadığı bir Arap dünyasında, bu konunun Suudi Arabistan tarafından ele alınması gayet önemli.
 Uzun dönemde, ekonomik hibe, yardımdan çok, yatırımlar meselesi Batıyla ilişkilere, Dünya Bankası'na, Birleşmiş Milletlere, terörizm listesinden çıkarılması yaptırımların kaldırılmasına bağlı. Onların daha uzun dönemde değerlendirilmesi için partinin performansına bakmak gerekecek. Dolayısıyla bence böyle keskin analizler yapmak için henüz erken. En azından üç dört ay ne olacağını beklemek gerekiyor. Ama kısa cevap şu: Geçiş dönemi uzun olursa ve alternatif siyasi partiler çıkarsa, bu hiç de Batı’nın itiraz edeceği bir şey olmaz. Yeter ki HTŞ, böyle çok ciddi İslamcı, IŞİD’e yol açabilecek, IŞİD’e zemin sağlayabilecek ve azınlıkları, Alevileri, Hıristiyanları, kadın meselesini zorlayan bir siyasi yöne girmesin.

Ruşen Çakır: Gönül, bir şey ekleyeceksin galiba.
Gönül Tol: Evet. Bu çatışmaların ardından, diktatörlük sonrası toplumlarda, özellikle Arap Baharı’ndan, Arap ayaklanmalarından bu yana bölgede gördüğümüz bu geçişlerde, çok dikkatli olmak gerekiyor ve Amerika'dan da, Batı’dan da çok fazla ses yükselmedi. Eş-Şara’nın “Biz bu seçimleri birkaç yıldan önce yapamayız” demesine tek tük eleştiriler geldi. Ama özellikle Amerika'nın öğrendiği bir Irak deneyimi var. Daha sonra da Arap ayaklanmalarının ardından, mesela Ömer'in bahsettiği Mısır'da seçimler galiba 2012'de yapıldı ve yönetime Muhammed Mursi geldi, İhvan geldi. Tunus'ta seçimler 2014'te yapıldı, orada da Müslüman Kardeşler geldi.

Ruşen Çakır: Tunus’ta El Nahda’yı diyorsun.
Gönül Tol: Evet, El Nahda. Libya'da seçim bir türlü yapılamıyor, 2021'de yapılacaktı, olamadı. Dolayısıyla öğrenilen şey şu: Suriye’de gibi toplumlarda, özellikle uzun çatışmaların hemen ardından milyonlarca Suriyeli vatandaş ülkeden çıkmış durumda, kurumlar yok. Kurumsal olarak hazır olmadan bu seçimlerin yapılması, demokrasiyi uzun dönemde tehdit edebilecek sonuçlar doğurabilir. O yüzden ben bunu çok alarm veren bir şey olarak görmüyorum. Yalnız, eş-Şara’nın söylediği bazı şeyler beni endişelendiriyor. Bugüne kadar kafasında tam olarak nasıl bir Suriye olduğu sorusunu direkt olarak yanıtlamadı. Bunu yanıtlamamasının da bir sebebi var. Çünkü şu anda, mümkün olduğunca, özellikle Batılı ülkeleri ve Körfez ülkelerini korkutmak istemiyor. Zira yaptırımların kaldırılmasına ihtiyacı var ve bu ülkelerden finansman ihtiyacı içerisinde. Dolayısıyla vizyonunu çok net açıklamıyor. Ama söylediği üç beş şey aslında nasıl bir Suriye tahayyülü olduğuna dair bize bir fikir veriyor. Onlar nedir? Mesela, “Başkanlık seçimleri” diyor. Yani Suriye'nin geleceğinde parlamenter bir sistem görmüyor, bir başkanlık sistemi görüyor. Veya “Federasyon olmayacak” diyor. Kürtlerin taleplerine dair bunu söyledi, genel çerçevede de bir federasyon öngörmediğini söylüyor. Şeriattan bahsediyor. Şeriatın neden endişe verici olduğu açık, ama mesela Suriye gibi bir ülke için bir federasyon olmaması, böyle bir tahayyülünün olmaması da bence endişe verici. Çünkü Suriye etnik olarak, mezhepsel olarak o ayrışmaların çok yoğun olduğu bir ülke ve bu ülkeyi böyle merkezi bir yerden yönetme ne kadar stabilite getirir ondan emin değilim. Aynı şekilde başkanlık sistemi de bu çerçevede tartışılabilir.

Ruşen Çakır: Peki. Gazze’ye gelelim. Ateşkes ne zamandır konuşuluyor ve eli kulağındaymış gibi. Belki de biz yayındayken olmuştur. Bunun çok önce Biden tarafından İsrail'e dayatılmak istenen plan olduğu söyleniyor. İsrail bu söyleneni, aylar sonra şimdi kabul ediyor gibi bir şey okudum. Doğru mu bu?
Gönül Tol: Bence iki sebebi var. Neden şimdi oldu? Çünkü uzun zamandır herkesten önce Netanyahu ayak diriyordu. Netanyahu çok net bir şekilde ateşkese hayır diyen taraftı. Şimdi neden ‘’evet’’ diyor? Hamas açısından da iki faktör var bence. Bir tanesi Trump etkisi. Biden bu müzakereleri uzun zamandır yürütüyor ve aylardır bize ‘’ateşkes oldu olacak’’ deniyor, ama bir türlü olamıyor. Neden şimdi olduğuna gelirsek, çünkü Trump seçimleri kazandı ve çok net bir şekilde, “Eğer benim 20 Kasım'daki yemin törenime kadar ateşkes olmazsa, rehineler bırakılmazsa, bunun çok kötü sonuçları olacak” dedi. Ortadoğu Temsilcisi olarak seçtiği Steve Witkoff, Doha’daydı. Biliyorsun müzakereler Katar'da yürütülüyor. Öğrendiğimiz kadarıyla Witkoff Netanyahu'ya, kendisiyle görüşmek istediğini söylüyor. Netanyahu’nun ekibi, kendisinin şu anda müsait olmadığını söylüyor. Witkoff gene de gidiyor. “Geliyorum, hazırlansın konuşmamız lazım” diyor ve İsrail tarafında şunu söylediğinden bahsediliyor. Bunu galiba France 24 haber sitesi verdi.  Witkoff Netanyahu'ya, “Eğer bu şartları kabul etmezsen, taviz vermezsen ve bu anlaşmaya varılmazsa, bunun senin için de çok kötü sonuçları olacak” diyor. Dolayısıyla Netanyahu kabul etmek zorunda kalıyor bunu.
Hamas açısından bakarsak: Hamas neden şimdi kabul ediyor? İsrail ve Hizbullah arasında bir ateşkes anlaşmasına varıldı. Galiba Kasım ayındaydı. Dolayısıyla bu Hamas'ı daha da zayıflatan bir faktör. Artık Hizbullah'ın desteği de yok. Hamas o nedenle buna ‘’tamam’’ demek zorunda kaldı. Bugün yarın açıklanacağı söyleniyor. ‘’Anlaşmaya çok yakınız, ufak detaylar konusunda müzakereler yürütülüyor’’ deniliyor. Eğer bu anlaşma olursa, bu ne demek olacak? Birkaç aşaması var. İlk aşamada, 42 günlüğüne bir ateşkes anlaşmasına varılmış olacak. Yani 42 gün boyunca silahlar susacak ve bu arada da taraflar ellerindeki rehineleri karşılıklı olarak bırakacaklar. Hamas'ın elinde 100 rehine olduğu söyleniyor. İsrail istihbaratına göre bunun sadece yarıya yakını hayatta. Hamas’ın, ilk aşamada 33 tane rehineyi bırakacağı söyleniyor. Karşılığında da İsrail'in hapishanelerinde tuttuğu yüzlerce Filistinlinin salıverilmesinden bahsediliyor ve bu arada İsrail askeri güçlerini sınıra çekecek. Sınırda bir kilometrelik bir tampon bölge var, İsrail buraya çekilecek. Hamas’ın, talep ettiği şey ne? Bu süre içerisinde Gazze'nin yeniden inşası için gerekli malzemeler girebilsin, İsrail saldırılarını sonlandırsın ve evlerini boşaltmak zorunda kalan Gazzeliler evlerine yerleşebilsinler; artık evlerinden geriye ne kaldıysa. Hamas bunu istiyor. Bu birinci aşama. Eğer taraflar ‘’tamam’’ derse ki buraya gelmeleri bile aslında çok zor oldu, bu iyi haber.
Fakat asıl önemli olan, bu ateşkes ikinci aşamaya evrilebilecek mi? İkinci aşama, Gazze'yi kimin yöneteceği sorusu. O aşama çok sorunlu ve Trump'ın burada ne yapacağı, Netanyahu'ya ne kadar alan açacağı çok önemli. Geleneksel olarak herkes Trump Netanyahu'ya çok yakın, onun istediği her şeyi verecek diye düşünüyor. Ben öyle düşünmüyorum, bunu daha önce de söylemiştim. Bence Trump'ın ilk refleksi savaşları, çatışmaları bitiren lider olma refleksi. Bu yüzden bence Netanyahu da işi sıkı tutacak. Nitekim Trump'ın Netanyahu'ya bir not ilettiği, “Suriye ve Lübnan'da çatışma istemiyorum. Benim Amerika içerisinde yapacak çok işim var. Beni savaşla uğraştırma” dediği söyleniyor. Bir de tabii ilginç şeyler yapıyor Trump. Mesela kendi sosyal medya platformunda, Netanyahu’yu çok eleştiren bir şeyi retweet etti. Dolayısıyla ben Netanyahu’yla kimyalarının çok uyuştuğunu, çok yakın olduklarını da düşünmüyorum. O yüzden bu savaşın bitmesi için, bizi şaşırtacak kadar Netanyahu'yu da zorlayabilir.

Ruşen Çakır: Ömer, Suriye olayında en kârlı çıkan ülkeler olarak Türkiye ve İsrail zikredildi, ki bence de doğru. Türkiye’yle İsrail arasında Gazze’den itibaren çok ciddi bir kapışma, bir zıtlaşma var. Ama o olaydan kısa bir süre önce, Erdoğan, Netanyahu’yla New York'ta görüşmüştü ve hatta Netanyahu’nun Türkiye'ye gelmesi söz konusuydu. Sonra bu olay oldu. Ateşkesle başlayacak olan süreçte, Türkiye’yle İsrail'in tekrar yakınlaşması ya da en azından eskisi kadar sert olmamaları da gündeme gelebilir mi? Çünkü Ortadoğu'nun yeniden yapılanması sürecinde, iki ülkenin birbiriyle bu kadar sert bir hâlde durması gidişata biraz aykırı gibi geliyor bana. Ne dersin, çok mu spekülatif oldu?
Ömer Taşpınar: Bir ateşkesin olması mutlaka gerekli ama yeterli değil. Fakat bu ateşkes sayesinde ilişkiler bir şekilde toparlanır, Netanyahu tekrar Ankara'ya davet edilir hâle gelmez. O açıdan bu, ilk adım olmalı. Bunun sonrasında gelecek adımlar çok önemli. İki devletli çözüme doğru bir diplomasinin başlaması lazım. Suudi Arabistan İsrail'le normalizasyon için bunu zaten şart olarak getiriyor. Burada da Suudi Arabistan'ın liderliği ve Trump'ın Suudi Arabistan'la İsrail arasındaki normalizasyonu sağlayıp, Netanyahu üzerinde bunu bir şekilde bir havuç ve biraz da sopa olarak kullanarak, kozmetik de olsa ‘’Oslo Barış Süreci’ne benzer bir barış sürecine doğru gidelim, bunu zamana yayalım. 2040’ta bir Filistin Devleti oluşacak şekilde bir takvim oluşturalım’’ gibi bir şey oluşturulursa, o takvim çerçevesinde Türkiye-İsrail ilişkilerinde, tabii hiçbir zaman 97 yılındaki askeri anlaşmalara doğru gidecek bir ortam olmaz artık, günler çok geride kaldı, ama en azından ticari ilişkiler ve diplomatik ilişkiler toparlanır duruma gelebilir. O nedenle gerekli, ama yeterli değil. Gönül’le konuştuğunuz konuda da kısaca şöyle söyleyeyim. Biliyorsun Jimmy Carter 100 yaşında vefat etti. Carter görevi bırakıp Reagan başladığında, Reagan’ın görevi aldığı gün, İran, Tahran'da rehineleri bırakmıştı. Bu hiçbir zaman Carter’a başarı olarak yazılmadı. ‘’Reagan geldi, bakın İran nasıl korkuyor’’ diye yazıldı. Burada da aynı dinamikler söz konusu.
Gönül Tol: Çok iyi bir örnek.

Ruşen Çakır: Evet. Katar Başbakanı’nın bu akşam Doha’da basın toplantısı düzenleyip, ateşkes anlaşmasını açıklayacağı söyleniyor. İsrail’deki Haaretz gazetesinin haberiymiş. Hayırlısı diyelim. Trump'ın bayağı lafını ettik şu ana kadar. Ama Pazartesi sizin için büyük gün. Dört yıl aradan sonra yine kavuşuyorsunuz. Hayırlı olsun, gözünüz aydın diyeyim. Ne diyorsun Gönül, yeterince hazırlık yaptınız mı kutlama için?
Gönül Tol: Çok ilginç bir dönem. Mesela geçen hafta Amerikan Dışişleri Bakanlığı'ndan arkadaşımla yazışıyordum. İşle ve Suriye’yle ilgili birkaç şey sordum. “Bütün bürokrasi o kadar paralize olmuş durumda ki hiçbirimiz iş yapamıyoruz” dedi. Seçimlerden bu yana hiç kimse iş yapamıyor. Bürokrasi Trump'a nasıl hazırlanıyor? Aslında bir süredir, İngilizcede ‘’Trump proofing’’ dedikleri bir şey vardı. ‘’Yani öyle şeyler yapalım ki Trump geldiğinde radikal olarak her şeyi değiştiremesin.’’ Aslında atılan bu adımların ne kadar işe yaramadığını görüyoruz. Çünkü Trump geldi, ne yapıyor? Birincisi bütün bu kariyerli diplomatlar endişe içerisindeler. Çünkü Trump'ın belirlediği üç beş kişi var. Bunlar bürokrasiyi temizlemeye başladılar bile. Mesela Beyaz Saray'ın dış politikasından sorumlu Ulusal Güvenlik Konseyi, kurumlar arasında da koordinasyonu sağlıyor, ama Beyaz Saray'ın dış politika ekibi oradadır. Normalde Amerika'da tabii başkan kendi ekibini getirir tabii, fakat yine de Ulusal Güvenlik Konseyi’nde bir önceki başkan döneminden insanlar, uzmanlar, atamalar kalır. Şimdi Ulusal Güvenlik Konseyi’nde, Trump'ın, Biden döneminden kalan herkesi işten çıkarmaya hazırlandığı söyleniyor. Biden ekibi de ‘’bu kadar radikal bir değişiklik yapmayın. Çünkü elinizde çok ciddi bir dış politika dosyası var. Bir sürü savaş var. Ortadoğu çok karışık. Ukrayna'da ne olacağı belli değil. Bir kurumsal hafızayı temsil eden insanlar burada kalsın’’ mesajını verdiği, ama Trump'ın buna ‘’hayır’’ dediği söyleniyor. Bürokraside çok ciddi bir endişe var ve özellikle dış politika anlamında kariyerli diplomatların bir kenara itileceği ve mümkün olduğu kadar siyasi atamaların yapılacağı söyleniyor.
Sorulan sorulardan bir tanesi şu: İnsanların Twitter hesaplarının Trump ekibi tarafından kontrol edildiği söyleniyor ve MAGA ajandasına ne kadar bağlı oldukları ölçülüyor. Eğer siz MAGA ajandasını bütünüyle benimsememişseniz, 3 yıl önce bir tweet atmışsanız, işinizi kaybedebilirsiniz. Bu arada ilginç bir şey de var: Dışişleri Bakanı Senatör Marco Rubio olacak ve Dışişleri ekibinde, Dışişleri Bakanlığı’nda pek çok insan aslında bundan memnun. Çünkü Trump'ın diğer atamaları gibi, hiç de ne yaptığını bilmeyen çok radikal bir isim değil. O yüzden aslında Marco Rubio’nun Dışişleri Bakanlığı’nın çalışabileceği bir isim olduğunu söylüyorlar. Ama Trump şimdiden Marco Rubio’nun altını oymuş durumda. Birçok Özel Temsilci atadı. Ortadoğu için bir özel temsilcisi var, ‘’Özel Misyon’’ dediği bir temsilci var ki o her konuda Marco Rubio’nun ayağına basabilir. Yani, bürokraside çok ciddi, radikal bir değişiklik geliyor ve Trump'ın kendi kabinesinde de aslında hiç kimsenin yeri sağlam değil. Şimdiden, Marco Rubio’nun en fazla bir yıl görevde kalacağına dair şeyler söyleniyor.

Ruşen Çakır: Bahisler mi başladı?
Gönül Tol: Evet, gerçekten Dışişleri Bakanlığı'nda bahisler başladı. O nedenle kaotik bir 4 yıl geliyor.

Ruşen Çakır: Ömer, Milli Savunma Bakanlığı, nam-ı diğer Pentagon ne oluyor? Senin üniversitedeki işlerin de tehlikeye giriyor mu?
Ömer Taşpınar: Ben, başta sen olmak üzere TV sunucularına genelde büyük saygı duyuyorum, ama başımıza bir televizyon sunucusu gelecek gibi gözüküyor. Pete Hegseth Fox TV'de kendi programını yapan birisi. Bu adam Savunma Bakanlığı gibi neredeyse 1 trilyon bütçesi olan Amerika'nın en büyük bürokrasisini nasıl yönetecek, düşünüyorum. Bir ara savaş gazilerinin oluşturduğu bir derneğin başındaymış. Fazla parası olmayan küçük bir dernek. Alkolik olduğu için orada işten çıkarılmış ve daha önceki cinsel tacizler meselesi nedeniyle de şu anda başı belada. Bir şekilde bu göreve gelmek için tabii ki Senatodan onay almak zorunda. Senatoda terliyor şu anda, bir sürü soru soruyorlar. Yani en iyi ihtimalle oldukça yıpranmış bir şekilde Pentagon'un başına geçecek bir kişi. Generaller, karşılarında hafif sıklet bir oyuncu olduğunda bakalım nasıl davranacaklar ona, bakan olarak bir ağırlığı olacak mı?
Genel anlamda ilk Trump dönemine baktığımızda, ‘’bugünden nasıl farklı olacak?’’ yorumlarında söylenen şeylerden bir tanesi, Trump'ın bu sefer daha hazırlıklı olduğu, daha az kaotik bir Beyaz Saray’ın olacağı. Trump bu defa kendine çok daha sadık insanları göreve getirdi. Dolayısıyla geçmişte her yıl değişen Ulusal Güvenlik Danışmanı, Dışişleri Bakanı gibi kabine değişikliklerinin olmayacağı tezi var. Başka bir tez de ‘’Deli Adam teorisi.’’ ‘’Trump Trump’dır. Sonuçta bu adam fevri birisi. Karşısındakini sürekli olarak destabilize edebilecek gerek içeride gerek dışarıda ne yapacağı belli olmayan bir serseri mayındır’’ şeklinde bir teori. O teoriye bakarsan, yine Gönül’ün bahsettiği bahisler var. Ben Marco Rubio’yu pek duymadım. Ama ‘’Elon Musk’la bu romans ne kadar devam edecek?’’ diyorlar. O konuda da bahisler var.
Trump hareketi bir koalisyon ve bu, her zaman eklektik bir koalisyon oldu. Bunun içinde milliyetçi merkantilist bir kesim var. Aynı zamanda Çin'le mücadele etmeyi isteyen şahin bir kesim var. İzolasyonist bir kesim var, çok popülist halkçı bir kesim var. Bunlara şimdi Silikon Vadisi eklendi. Teknoloji konusunda Çin'le iyi ilişkiler içinde olmak isteyen globalist, yani küreselleşmeye sıcak bakan Facebook, Google, şu anda Washington Post'un başında olan, Amazon'un başındaki Jeff Bezos var. Bu insanlar küreselci. Onların ne diyeceği, onların nasıl bir dış politika isteyeceği de önemli. Şu anda ‘’Trump aslında Başkan Yardımcısı, gerçek Başkan Elon Musk’’ diye Trump'la dalga geçiyorlar. Trump bundan çok da rahatsız oluyor, buna çok sinir oluyor. O nedenle Elon Musk’la arasında bir tansiyon olabilir. Fakat temelde şu anda böyle 3, 4 ivmeli, farklı bir koalisyona baktığımızda, işlerin kaotik bir hale gelmemesi için bunları yönetecek bir isim gerekiyor. Trump bunu yapabilir mi, çok emin değilim.
Burada Başkan Yardımcısı JD Vance’in de bir ağırlığı olacak. Ben gene de bir kaos yaşanacağına inanıyorum. Sonuçta Trump istediği kadar birlik içinde bir kabine resmi çizmeye çalışsa da, evet, son sözü kendisi söyleyecek, herkes Trump'a ulaşmaya çalışacak. Ama Trump'ın ne yapacağına bir tek Trump karar verebilir. Şu anda nasıl bir ideolojisi olduğunu, ne yapmak istediğini kendisi de bilmiyor bence. Çünkü olaylara göre hareket edecek. İstediği şey, halk tarafından sevilmek, kamuoyunda desteğin yüksek olması, borsanın iyi gitmesi, ekonominin iyi gitmesi. O nedenle kronik olarak bu sondajlara bakacak sürekli. Popüler olan neyse onu yapmaya çalışacak. Genel anlamda popüler olan barıştır, ekonomik kalkınmadır. Dolayısıyla, bu alanda daha fazla mesai sarf edeceğine inanıyorum. Bence Trump’ın gözü, Ortadoğu'da yeni savaşta değil, Nobel Barış Ödülü almakta.

Ruşen Çakır: Ama tabii Grönland'ı işgal ettiği için o Barış Ödülü’nü alamayacak.
Ömer Taşpınar: Evet, o ‘’deli adam teorisi.’’ Şu anda Danimarka ‘’tamam konuşalım’’ diyor. 
Gönül Tol: Ama çok da delice bir şey değil aslında. Grönland önemli. Bir sebebi var. Orada askeri teknoloji açısından önemli kritik mineraller var, konum olarak da çok önemli. Herkes, “Grönland da nereden çıktı?” diyor ama aslında MAGA tabanında, bu, önemli bir konu.

Ruşen Çakır: Kanada'yı eyalet yapmak düşüncesi?
Ömer Taşpınar: Evet, bunları söylüyor. Trump'la ilgili şöyle bir genel kanı var: ‘’Trump'ın ne söylediğine çok değer vermeyin, ama Trump'ın nereye doğru gitmek istediğine, nasıl bir yönde gittiğine önem verin’’ diyorlar. Trump'ı sevmeyenler, Trump'tan bir şekilde hoşlanmayanlar, Trump'ın her söylediğini didik didik alıp, “Bak, ne kadar saçma bir şey söylüyor,” diyorlar. Hâlbuki onun destekçileri, onun söylediği şeyi çok ciddiye almıyorlar, ama oradan sonra nereye gidebilir diye bakıyorlar. Böyle bir gidişat durumunda, Danimarka’yla ilişkilere nasıl bir etkisi olacak? Danimarka’yla ilişkilere şöyle bir etkisi oldu: Danimarka tabii ki önce gayet sert bir şekilde “Grönland satılık değildir” dedi. Parası neyse verelim diyen birine bunu söylemek gerekiyor, ama Danimarka şu anda ‘’nasıl işbirliği yapabiliriz?’’ diye konuşmak istiyor. Trump'ın amacı, deli gibi, tehditkâr gibi gözüküp masaya güçlü gelmek. Geçenlerde sen Mehmet Altan'la da bir program https://medyascope.tv/2025/01/14/suriyede-isler-nasil-gidiyor-video/ yaptın. Mehmet Altan da söyledi; bu, Nixon’a kadar giden ‘’deli adam teorisi.’’ Bu, dünyayı birazcık takip eden akademisyenlerin anlayacağı bir şey. Cengiz Çandar’la konuşmanı da dinledim. O da Trump için ‘’serseri mayın’’ dedi. Hem deli adam teorisi hem de serseri mayın, doğru analizler. Ama bir mantık var mı burada? Evet, mantık var. Mantık, bir şekilde masaya güçlü gelip, pazarlık yapmak.

Ruşen Çakır: Trump geçen seçimleri kazandığında bazı Amerikalılar Trump’ı protesto etmek için Kanada'ya kaçmıştı, değil mi? Hatırlıyorsunuzdur. Artık kaçacak Kanada da kalmayacak, çünkü Trump Kanada'yı da bağlıyor.
Gönül Tol: Ömer Trump için ‘’koalisyon’’ dedi ya, o çok önemli bir değerlendirme. MAGA’cılar Marco Rubio’nun altını oyuyorlar. Trump'ın etrafındaki insanlar altını oyuyorlar. Mike Waltz ya da Grenell gibi isimler, Marco Rubio’ya karşı muhtemelen ‘Marco Rubio bir yıl hizmet etsin, gitsin. Onun yerine ben geleyim’e oynuyorlar. Bunların Marco Rubio’ya karşı kullandıkları argümanlardan bir tanesi, onun dış politikada çok şahin ve müdahaleci olduğu ve Trump'ın da bunu ciddiye aldığı söyleniyor. Mesela Marco Rubio’nun bir insan hakları gündemi var, hep oldu. Genelde Latin Amerika'ya dair böyle bir şeyi var. Ama Suriye konusunda da yıllar evvel, 2019'da, Trump ‘’çekilelim’’ dediğinde, en sert eleştiriyi yönelten isimlerden bir tanesiydi. O yüzden Obama koalisyonunun yerini alan Trump koalisyonu aslında çok zor bir koalisyon, bir arada tutması çok zor, çünkü çok uç. Bizim Altılı Masa gibi ideolojik olarak birbirinden çok farklı noktalarda duran grupları içeriyor ve bence ilk çatlağı da gördük. Mesela Silikon Vadisi ve MAGA tabanı arasında çıkarlar birbirinden çok ayrışıyor. O nedenle o koalisyonda olanlara dikkat etmek çok önemli. O anlamda, Marco Rubio’nun başına gelecek şeyleri izlemek, o koalisyonun geleceğine dair bize bir fikir verecek.

Ruşen Çakır: Neyse, yine de gözünüz aydın. Allah kolaylık versin diyelim. Çok sağ olun. ‘Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar'a çok teşekkürler. Haftaya, ikinci Trump döneminin üçüncü gününde tekrar buluşmak üzere. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
22.01.2025 Transatlantik: Trump nasıl başladı? | Unuttuğumuz Suriye | Gazze ateşkesi
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
19.01.2025 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
17.01.2025 Haftaya Bakış (250): Boğaziçi direnişinin 1000.günü | CHP'nin iktidara cevabı | Yeni çözüm sürecinin gidişatı
15.01.2025 Transatlantik: Gazze'de ateşkes süreci | Trump'ı beklerken | Yeni Suriye'nin inşası
14.01.2025 Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (5): Suriye'de işler nasıl gidiyor? Yeni Çözüm Süreci'nin gelişimi & Trump'ı beklerken
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
10.01.2025 Haftaya Bakış (249): Özel'in kırmızı kartı | Akdeniz Belediyesi'ne kayyum | Ülkücülerin Öcalan kavgası
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı